Balkanistan

  1. HELENİSTAN

Beş arkadaş…Bir Renault Laguna…5000 km…İki konferans…Nereye gidiyoruz, nasıl gidiyoruz, beş kişi kıç kadar dar otomobile nasıl sığacak,  hava durumu nedir, nerede kalacağız…Dert değil.  Gurubun ismi hallederiz.com. Hiçbir ciddi hazırlık yok… Araba içimizde en iyi durumda olan.  Bütün bakım yapılmış. Vizesi tamamlanmış, hatta üzerine bir de sigorta yapılmış.

 

Beş kişiyi bir araya getiren nedir? İnanın konferans falan değil. Hepimizin içindeki çocuk canlanmış.  Bir balkan turu ama tur rehberinden, tur firmasından bağımsız. Peki neden 5000 km.  Orayı hala çözemedim.. Herhalde navigasyonun azizliğiJ

 

Masal gibi bir yedi gece.

 

Helenistanla başlayalım…

 

Yollar bizi eski Helen diyarında taşırken başlıyor rüya. Beş kişi. Kutsal kasenin içindekini kralın kızına getirmeye ant içmiş hepsi. Prenses mavi gözlü, muhteşem kızıl saçları ve güzelliğiyle halkın sevgilisi. Çok mütevazi ve kibar. Çocukların sevgilisi. Dolaştığında tüm orman hayvanlarının sevgilisi. Biriciğim. Bir defa gördüm onu sokakta geçerken. Yere kadar eğildik saygıdan. Eliyle elimi tuttu aniden. Ayağa kaldırdı yerden.. Böylesi daha güzel dedi, ben böyle bir şey beklemezken. Duydum, kötü kalpli büyücü içirmiş ona zehri fark ettirmeden. Sonsuzluğa göndermiş, geri getirmek gerekir ruhunu hemen. Büyünün bozulması için yedi diyardan, bulunması gerekiyormuş kutsal kasenin parçalarındaki panzehir hemen.

 

Kapı ağırdan açılıyor. İçerden muhafızlar çıkıyor ve beşimize birden şüpheyle bakıyor. Bakmakla yetinmiyor.  Eğiliyor gözlerimizin içine ismimizi söyleyerek bakıyor. Korkuyor muyuz? Hadi oradan. Muhafızları nasıl geçeceğimizi biliyoruz. Bir kese gümüş bu işi çözer. Elim atımın sırtına attığım heybedeki keseye gidiyor. Muhafız soru sormayı bırakıyor. Elinde mızrağı biraz uzakta bekleyen diğer muhafızı gösteriyor. İlerleyin, şehre ne yapmaya geldiniz sorusuna ticaret diyoruz. Heybeye şöyle bir bakıyor. Burası Yuropya diyarı, izinsiz getirdiğiniz bir şey var mı diye soruyor. Arkamızda kalıyor bu soru. İzinsiz getirmediğimiz bir şey olmaz mı. En önemlisi, ruhumuzun içindekini, onu bilmiyor. O biçim izinsiz. Yuropya ya gireni göremiyor. Hepimizi erkek sanıyor. Oysa içimizden biri, kutsal kase parçalarına dokunabilecek tek kişi. Gizliyoruz kıyafetler içine bu esmeri.

 

Helenistan dan başlıyoruz aramaya. Elimizde bir adres, bir ipucu yok ama.

 

Diğer muhafız daha kolay. Ne kadar kalacaksınız diyor, elimizde basılmış mühürlü bir yazı. Bunu hep yanınızda taşıyın ve gece yalnız dolaşmayın. Tekin yerler değil diyor.  İçerde muhteşem bir kent, ışıl ışıl cıvıl cıvıl.   aaa birden kendimi hem yabancı hem yabancı biri değilmiş gibi hissetmeye başlıyorum. kimse dilimden anlamıyor, ama ben herkesi anlıyorum Hoşuma gidiyor.  Eski taşlarla döşenmiş yolda yürümek…Taşı döşeyen ustaların o anda ne düşündüğü ve hissettiklerini anlamak…Yorgunluklarına yorulan ayaklarımla ortak olmak.

İnsanlar görüyorum. Spatharis de onlardan biri. Tasvir bavulunu sırtlayıp, yardağıyla beraber yollara düşmüş. O kahveden bu kahveye, o köyden bu köye. Eğer gittiği yerde iş çıkmazsa aç biilaç başka bir yere doğru yola çıktığını anlatıyor elleriyle.

 

Olimposa yükselmek..Kendimi Zeustan ateşi çalmış, deli gibi koşan Promethousa çarpmaktan son anda kurtarıyorum. Pişkin pişkin yaptığından memnun koşuyor. Soluklan biraz diyorum. Ters ters bakıyor. Bakışlarından zeka ve kıvraklık akıyor. Titanların başkaldırısında tarafsız kalmayı nasıl başardığını anlıyorum.

 

  • Nereye böyle alelacele?
  • Pers tanrısı mitrasa kurban adayan korsanlardan bu kenti kurtarmak için ulu dağa, Olimposa, ateşi ona geri ulaştırmaya gidiyorum? Bir gün Marsta bir dağa bu isim verilecek, biliyorum.
  • Ama mitras da ışık, ateş kabul eder, yanılmayasın. Ve çevrede çok korsan görmüyorum?
  • Tabi Zenecetes çok akıllı, bütün küçük koylara soktu korsanlarını?
  • Romanın elinde değil miydi burası, Teselya?
  • Bir zamanlar öyleydi. Ta ki Chimera gelene kadar. Dikkatli olun, aslan başlı, keçi gövdeli, yılan kuyruklu nefesinden ateşler saçan Chimera’dan uzak durun.
  • Umarım bir gün yenden Romaya geçer…
  • İçinden dere akan Olimpos, 12 tanrının evidir. Yaklaşman için saf ışık olmalısın. Pegasus, onu bulmalısın. Hedefine daha rahat varırsın…

 

Kendimi, ejderhanın yaşadığı yere gitmiş ve bu canavarla karşılaşmış halde düşlüyorum. Canavar, ağzından ateşler saçmaya başlıyor. Pegasus, tanrılar tarafından bana yardım etmesi için gönderiliyor. Atı yakalıyor ve biniyorum. Ejderha, doğuya doğru kaçmaya başlıyor ancak, ejderhanın önüne deniz çıkıyor. Ejderhayı denizin kıyısında yakalıyorum, gökyüzüne yükselip, onu yukarıda tam dağın üzerinde mızraklayarak bırakıyorum. Ejderha ölmeden önce son bir kez olanca gücüyle ağzından saçtığı alevlerle yere düşüyor. Ejderhanın bu yakan kavuran ateşi, tam öldürdüğüm yerde Teselya da yakıcı güneşe dönüyor. Helen güneşine…

 

Hayalden uyanamıyorum.  Dar sokaklar. Beyaz yapılar…İlk avlanan hayvandan bir eşya taşıma adetinin devamı tespih çekmeler…Tabureler yayılmış. Bir sandalyede sakallı bir adam oturuyor. Gel diyor karşısına davet ediyor.

 

Önünde masanın üstünde duranı gösteriyor. Meydan okuyor. Bana hayatın anlamını soruyor, beklemeden yanıtlıyor

  • kim daha çok düşünüyor, 
kim daha iyi biliyor, 
kim daha ileriyi görüyor ise o kazanır. 
İşte hayat budur…
  • Evet kim daha çok düşünüyor, 
Kim daha iyi biliyor, 
Kim daha ileriyi görüyor ise 
O kazanır. 
Ama birazda şanstır. 
İşte hayat budur…diyorum

 

Sonra tavlayı, herkesin oynağı tavlayı gösteriyor.  Çöz diyor

  • Senenin “bir” liği olarak tavla “bir” tanedir, 

Tavlanın içindeki karşılıklı 6’şar hane 12 ayı temsil eder, 

 15 açık ve 15 koyu renkli pul ayın 15 gece ve 15 gündüzünü simgeler, 

Karşılıklı 12 hane günün 24 saatidir…Basit diyorum…

 

Aaa o a ne bizimkilere çok benzeyen bir köpek.. başıboş herhalde.. yanıma yaklaşıyor.. boynunda bir şey var. Bir kutu. İçini açıyorum.  Bir harita… İçinde buraya gel diyen bir yazı. Beşliye gösteriyorum.  Hepsi bu işaretin anlamını çözmeye çalışıyor.

 

Gökyüzü yıldız dolu. Nedensiz bir şekilde kağıdı yıldızlara sunuyorum. Ay ışığı kağıttaki deliklerden geçiyor ve harfler toprağın üstüne düşüyor. Arnavistan diye çözüyoruz bu dağınık harfleri. Atlarımızı mahmuzluyoruz. Rüzgar saçlarımızın arasından geçerken, köpeğe bakıyorum merakla. Bir kaplan edasıyla koşuyor peşimizden. Beşken altı olduk. Güveniyorum bu kıvırcık yaratığa.

 

Kaybolduk yine, birbirimize bakıyoruz. Kaybolmak, keşiflere dalmanın anahtarı. Helenistanda kaybolmak ayrı bir güzel. Etraf yeşil bir örtüyle örtülü, uzakta ayın şavkı vurmuş denizin üstüne. Bir ejderha çıkarıyor başını sudan. Bizimle beraber aynı yöne doğru bir dalıp bir çıkıyor sudan. sanki üstünde oturuyor koca yürekli bir insan.  Bunu tanıyorum bu Poseidon. Helen adalarına doğru dönüyor birden denizi kabartarak. Muhteşem ay şavkını ardından bırakarak. Sakinleşiveriyor burada deniz. Mavi ve beyaz renk. Nasıl bir ahenk. Sahiller sonsuz…

 

Yüce bir dağ çıkıveriyor karşımıza. Karanlıkta bir başka ürkünç.  Üstünde bulutlar toplanmış. Aniden şimşekler çakıyor. Sanırım tanrılar kızmış.  Kırmızı bir nehir akıyor yandan. İnip tadıyorum. Şarap bu. Köpek bir şeyler anlatmak istiyor. Takipteyiz. Atlardan indik. Şelalenin önündeyiz. Geçilmez sarp bir yer. Ama köpek çok önder. Bir atlayışta şelalenin içinde kayboluyor.  Kayboldu, öldü diye üzülürken, şelalenin aradan kafasını çıkarıyor. Anlıyoruz ki arkada bir mağara var. Bir, bir atlayıp mağaraya giriyoruz. Poseidon gibi kaba, kuvvetli bir yaratık karşımızda uyuyor. Chimera…Boynunda bir anahtar.

 

Sessizlik kaplıyor bedenimizi. Tarifsiz bir huzur. Yaklaştıkça yaratığın yanına hayal dünyasındakileri görebiliyoruz. Çocuklar uçurtmalarda, tahta atlarla birbirlerini kovalıyor buğday tarlalarında. Kargaları kovuyorlar tarladan. O mavi gözlü dünyayı değiştiren adamın çıktığı Selanika’da. Nasıl bir oyun kurucu, nasıl bir deha. Ortaçağların yenilmezliğinin tılsımı, işte bu mavi bakışlı çocukta. Ne yüce bir ruh, kudretiyle bir ulus yaratmakta.

 

Ejderhamsı yaratık kımıldıyor. Gözünden bir damla yaş akıyor. Damla yere düşmeden önce nehrin kırmızı rengini içine alıyor. Pıt sesi kırmızının ağırlığıyla daha bir başka sese , tabloya dönüyor. Zamanı dondurmuş bir tablo. Bir eğlence, masalar, insanlar. Çılgın bir müzik.

  • aman katerina mou, kuzum katerina mou,
  • ta paraponakia mou thelo na po
  • matia san ta kastana m’ebalan sta basana
  • ki ola apo tin porta sou thelo na perno.

Aaa söylenen bu ama benim kulaklarımda bu:

  • aman cevriye hanım, kuzum cevriye canım
  • güzel gözlerin aklımı başımdan aldı hey
  • ah yok mu işvelerin, şarkılı güzel sesin

 

Ah benim küçük kızım diyor karşı masadaki,

  • yüreğimin duvarlarında dans et bu akşam
  • bedenime melek kanatları tak
  • ulaşayım gökyüzünün kapılarına
  • ah benim küçük kızım
  • seninle ilgili her şey ruhumda görünmez yerlerde,
  • gizledim onları akşamlara ve seherlere
  • kimse görmesin onları yalnızca sen

 

Gözleri dalıyor anason akşamına,. Bir caciki, bir dolmaki, bir mussakka atıyor ağzına ve:

  • bunca zamandır seni bekliyordum
  • hayatima gelip de ortaya çıkmanı
  • seni bekliyorum, buradan sana sesleniyorum
  • geçip gitme, kal burada.

 

  • Nerede diye soruyorum, Haldiki de kaldı diyor…

 

Ne o insanlar hafif çakır keyif vaziyette dans mı ediyor? “Hmmm…” diyorum, “Halay gibi ama, zeybeğe de benziyor…” Gel gör ki iş göründüğü kadar basit değil. Figürlerdeki yalınlık yanıltıcı. Coşku ve sevinç figürleri, koy verme ve dağıtma figürleri, toparlanma ve durulma figürlerine ruh katmak önemli olan.  Tabaklar tek tek kırılıyor.

Yanımdaki yabancı olduğumu anlıyor. Dürtüyor. Hiç nahoş değiş davranışları.

  • Çok çok eski zamanlarda, bir gün bir Yunan düğününde kavga çıkmıştı. Kavgayı gören Teodor ayağa kalkmış ve kadehini kırmıştı. Kavga bir anda kesilmiş, düğündeki herkes dönüp bu yaşlı Teodora bakakalmış. Teodor durmuş ve “Kadehler kırılsın, kalpler kırılmasın” demiş.

 

“Tatlı yiyelim tatlı konuşalım”a mı benziyor. Kol kola insanlar, bize benziyor. Halay çekiyor. Vücutlar eller kenetlenmiş, mavi beyaza karışıyor. Beyaz bir içki bardaktan vücuda geçtiğinde, şişedeki gibi durmuyor. Anason rüzgarı herkesi coşturuyor. Poseidon, anlatıldığından daha cömert. Deniz kızları cilveli, “Ammen Cevriye hanim” mırıldanıyor, tepsi tepsi balık, ahtapot, midye sofralara taşınıyor. Otlar başka bir şekle girmiş, tatları damakları sarıyor. Tazesinden etler mangalda cızzz yapıyor. Ve anason rüzgarı bir kadehten başka bir kadehe akıyor.

 

İşte orda ilk kadehten bir parça esmerin elinde beliriyor. Bu yaratığa, koca dağa, üzerinde tanrıların oturduğu daha sessizce veda ediyoruz.

 

Yollar çok çetin. İnanılmaz virajlar ve uçurumlarla karşılıyor Arnavistan bizi. Bu yollarla bizi yormaya, bezdirmeye çalışıyor belli.

 

Yorum bırakın